18-Mart akşamı Emrah aradı . Meğer bizim asker Ankara'ya gelmiş . "Tolga yanımda , Kızılay'da bir kafede oturuyoruz , sen de gelsene" dedi . "Tabii , geliyorum" dedim . Tolga'yı görmeyeli herhalde 10 sene olmuştu . En son Zonguldak'ta galiba 1996'da görmüştüm . Cafe M'de buluştuk . Tolga'nın ilk tepkisi , "Ne yaptın ağbi sen ya ?" oldu . Dökülen saçlarımı kastediyordu besbelli .
"Engelleyemedim , olan oldu" dedim . Bizim Tolga biraz kilo almış , hepsi o . Emrah'la zaten senede birkaç defa görüşürüz , ancak Tolga'yla bir türlü görüşememiştik .
Tolga , Yeşim'le evlendikten sonra 5 sene Yeşim'le beraber Amerika'da kaldı ve orda mastır yaptı . Türkiye'ye geldiğinde de askere gitmiş ve askerliğini bitirmiş . Tabii , benim askerliğini yaptığından haberim yok .
Yeşim de , aslında biyoloji mezunu , ancak Amerika'da istatistik üzerine doktorasını yaptı ve dönünce ODTÜ Eğitim Bilimleri'nde ders vermeye başladı ; akademili oldu yani . Şuan Tolga ve Yeşim ODTÜ kampüsünde lojmanda kalıyorlar .
Emrah'a gelince , o da boş adam değildir . İTÜ Mimarlık'tan birkaç ay önce Yrd. Doç.'liğini aldı . Komik olan bunun Emrah askerdeyken olması . Zaten Emrah'ın da o gün Ankara'da olmasının sebebi ODTÜ'deki bilimsel bir kongrede konuşmacı olması . Bunun için askerliğinin yıllık izninden 2 gün yemiş , böyle bir adam yani .
Unutmadan söyliyim ; Tolga , Yeşim ve Emrah TED Zonguldak Koleji'nden sınıf arkadaşlarım .
Cafe M'de sohbet ederken 10-15 dakika oldu olmadı Tolga , "Ben kalkıyım , ne de olsa babayım , dönmem lazım , geç oldu" dedi . Halbuki saat 21:00 civarı . "Ben bundan birşey anlamadım , bari seni eve bırakıyım , en azından yolda da muhabbet ederiz" dedim . Derken Tolga , Emrah ve ben atladık arabaya , doğru ODTÜ'ye ... ODTÜ'yü az çok bilirim , ancak lojmanları değil tabii ki . Git git bitmedi , meğer lojmanlar kampüsün bir ucundaymış .
Tabii , gelmişken Yeşim'e uğramamak olmaz ; kapıyı tıklayalım , bir "Merhaba" diyelim dedik .
Tolga kapıyı açtı ve o da ne ? Minik elleri , sarı saçları ve ürkek bakışları ile karşımda ; Sezi ! Tabii , adını sonra öğrendim . "Seni öpebilirmiyim ?" dedim , cevap yok . Kucağıma aldım ve yanaklarından öptüm .
Sezi , 18 aylık . Amerika doğumlu . Hani şu Green Card'ının peşinden koştuğumuz USA . Büyüyünce green card'la dalga geçecek Sezi ; ne de olsa Amerikalı artık o .
Yeşim beni görür görmez , "Ana , kim gelmiş" dedi ve boynuma sarıldı . Sezi'yi gösterdim ve "Kim bu ?" dedim , güldük . Salona geçtik . Salonun ortası oyuncak tepeciği şeklinde , bir tür oyuncak fuarı sanki . Neler yok ki ; oyuncak cep telefonundan arabaya kadar herşey . Sezi'yle aramızdaki iletişim mükemmel . Kucağıma aldım , bana sarıldı , bırakmıyor . Derken kameralar çalıştı tabii , kaçırılmaz bir sahne . Yeşim'in annesi de şaşırdı , " Seni çok sevdi " dedi . Çocuk deyip geçmeyin , aslında o da herşeyin farkındaydı . Evlerine gelen yabancı aslında annesinin ve babasının çok iyi tanıdığı eski bir dosttu .
Sohbet ilerledi tabii . Kahvemizi içtik , aşuremizi yedik . Derken ayrılık vakti geldi . Tabii , Sezi'yi öpmeden ordan ayrılmak olmazdı , olmadı da . Emrah'la dışardaki arabaya doğru yüyürken , "İyi ki gelmişiz" dedim . Çok güzel bir geceydi .
Tolga , Yeşim ve Sezi !
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
1 comment:
Timur,çok güzel yazmışsın,'Sezi' ismine de bayıldım.
Post a Comment